10 Ağustos 2010 Salı

Motosiklet Kazası Yapmak Vol. 1

Tam bir ay oldu. Evet, bugün tam bir ay. Çabuk toparladım cidden kendimi. Çok kötüydü. Hayatımda daha önce ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım, hatta yakınından bile geçmemiştim desem yanlış olmaz. İlerleyen zamanlarda, kötü de olsa bu olayı detaylarıyla hatırlamak adına bugün uzun zamandır planladığım bu yazıyı ve hatta belki de yazı dizisini yazmaya başlıyorum. Anlatacağım sadece neler olduğunu.

Arkadaşlarla uzun zaman sonra dışarıya çıkmıştım. Bara gidecektik. Çıktık dışarı, 35′lik bir vodka aldık 4 kişi içtik. Sonra bir bara girdik. Beğenmedik çıktık. “Kalkan Barlarını görün siz, bu saatlerde bar tezgahının üstünde kızlar dans ediyordur” dedim. Keşke bunu hiç söylemeseydim. O an itibariyle Kalkan’a gitme fikri ortaya atıldı. Ben gitmeye gönüllü değildim pek, zaten tavırlarımdan da anlamıştı ortamda bulunan bir şahıs. “Yol kesiktir Kalkan’da” dedim. Yalan söyledim aslında, daha önce sadece 1 kez görmüştü orada yolun kesik olduğunu. “Sende ehliyet var, önden gidersin; varsa polis döneriz” dediler. Tamam demek mecburiyetinde kaldım. Çıktık yola 2 motor. Diğer arkadaş, benzinim az dedi. Petrole gittik, kapalıydı petroller. Depodaki benzine güvenip, çıktık yola. 30 km yolumuz vardı.

İkamet ettiğim ilçenin, kendisinden daha küçük olan Kalkan beldesine gidiyorduk. Gece saat 1:30 civarı vardık oraya. Bara gittik. Eğlenmeye. Dans etmeye. Eğlendik. Dans ettik. İçtik. Sarhoş olduğumuzu düşünmüyorum ama güzeldi kafalar; çakır keyifti. Saat 3:40 sularında bardan çıktık ve eve döneceğiz.

Atladık motorlara dönüyoruz. Kaş’a yaklaşık 6 km kalmıştı. Yol üzerinde bir köy var, diğer motorlu arkadaş o yoldan girelim dedi. Nedense artık… Tamam dedim. Yokuş aşağı giderken, sola doğru 5 metre genişliğinde bir yol var; oradan giriyoruz o bahsettiğim yere. O yol, yokuş aşağı iniyor olmamızın aksine, biraz dik bir yol. Neyse. Alkolün de gazıyla, abandım gaza ben. 60-70 km civarı bir hızımız olması lazım. Sinyali verdim, giriyorum. Hızlıyız. Ne olduğunu anlamadım, pat küt bir şeyler oldu. Cidden kaza anını hiç hatırlamıyorum. Taş sesleri geldi, motorun bir yere çarptığını hissettim. Ve zaten sonra yerdeydim.

Ağzımda kan vardı. İlk farkettiğim şey o oldu zaten. 3-4 kez tükürdüm yattığım yerde yana doğru. Bu sırada bizim arkadaşlar beni kaldırmaya falan çabalıyorlardı. Ambulans çağıralım diyordu bir tanesi. Ben pek bir şeyimin olmadığını düşünüyodum, kazanın sıcaklığı ile. Dedim diğer motorlu arkadaşa, “beni sen götür”; onlar da ne yapacaklarını pek bilmiyorlardı zaten ve “itfaiye çağıralım” diyen bile oldu. Neyse bindik motora. Yüzüm kanlar içinde, arada bir gözümü açıyorum ama gücüm yok açık tutmaya. Kafamdan aşırı derece fazla kan geldiğini gören arkadaşım, motoru sürerken üzerindeki gömleği çıkarttı kafama doladı. 5 km kadar motorla gittikten sonra hastaneye vardık.

Ben hala pek bir şeyimin olmadığını düşünüyordum. Ta ki acil servisteki sedyeye yatana kadar. Gözümü açmıyordum. Tamamiyle bıraktım kendimi, artık ne yapacaklarsa yapsınlar diye. Zaten başka ne yapabilirdim ki. Üzerimde ışık tutan bir alet vardı yüzüme, Metallica – One’ın klibinde gibi hissettim kendimi niyeyse. Neyse, çok geçmeden doktorlar harekete geçti. Gerçi bir doktor vardı bir hemşire vardı.

Diyaloglarını dinlemek acayip keyifliydi. “Off çok kötü burası”, “buraya da dikiş lazım”, “kafa çok kötü” falan gibi şeyler söylüyolardı. İki yandan dikmeye başladılar. Öyle bir şey ki, iğneyi basıyorlar, dikiyolar. İğneleri hissediyorum sadece. Gözlerim zaten açık değil. Arada bir açtığımda da iğne veya dikiş görüyordum doktorun elinde.

Saçlarımı kesmemeleri için yalvardım. Ama dinlemediler. Kestiler. Şu an baktığımda aslında pek de fazla kesmesine gerek olmadığına karar verdim, biraz fazlaca kesmiş hemşire. Neyse. Dikişleri atarken konuşuyolardı yine. Doktor, hemşireye “aferin kızım güzel diktin” falan diyodu sürekli. Cidden de iyi dikmiş şu an bakıyorum da. Sadece burnuma attığı dikişte bir düzensizlik olmuş, onun hariciden başarılı dikişler.

Dikişleri bitirdikten sonra t-shirtümü kaldırdıklarında karnımda da kocaman bir yarık gördüler. Oraya da bastılar iğneyi ve diktiler. Dikişler nihayet tamamlanmıştı. Tek bir dikiş izi olmayan yüzüme 8, kafama 6, sağ koluma 5, karnıma 4 dikiş atıldı. Bu dikişlerin sayısını dikişler alınırken saydım, hastaneden çıkarken hemşireye sorduğumda saymadığını söylemişti. En son dikişler karnıma atılmıştı. Onların hemen akabinde, tetenoz aşısı yaptı yine karnımı hemşire. O biraz acıttı.

Kafama atılan dikişler acayip hissettirdi. Zaten dağılmış bir şekilde kafam, şu an bakınca bile garip oluyorum. İyileşmiş halini görünce bile yani. Bir de açıkken nasıldı acaba falan diyorum. Gerçi belli nasıl olduğu. Hemşire bir dikiş atıyordu, ardından bastıyodu ve vıcık vıcık kanın gelip gittiğini o bölgede hissediyordum. Ardından dikişinin yetersiz olduğunu anlıyordum çünkü kan çıkıyodu hala ordan. Ve ardından bir dikiş daha atıyolardı.

Kan kaybının titremeye yol açması durumu bana hep garip gelirdi. Ama bunu canlı canlı kendim yaşayınca cidden böyle bir durumun olduğuna tatmin oldum. Bu yaz sıcağında titremek. Üşüme hissini yaşamak. Üzerime bir şey örtün diyordum, örttükten sonra kaldırın diyordum. Yaralarım acıyordu çünkü. Öyle bir şey.

Dikişler atılırken ve tedavim sürerken bir yandan da konuşuyordu doktor benimle. Sorular soruyordu. Ne oldu falan diye. Anlatıyodum ben de her şeyi. İsmimi sorduğunda ehliyetimi ve kimliğimi içinde bulunduran cüzdanımı doktora verdim. Bu sırada alkol muayenesi için Jandarma Trafik geldi. Üfledim. Sınırı aşmışım. Ehliyeti aldılar götürdüler. Kimlik kaldı.

Giriş olarak bu kadar yeter sanırım. Acil servisten çıktıktan sonra neler yaşandığını, bundan sonraki yazıda anlatacağım.

Devamı için tıklayınız.

2 yorum:

  1. ee usta seniçmişsin kaskyokeldiven yokkıyafet yok o yok bu yok normal yani başına gelen ama yinedeiyi kurtulmussun geçmiş olsun diyeyim. ucuz kurtulmussun.

    YanıtlaSil